Geleneksel aile düzenimiz, ataerkil toplumsal yapımız, soru sormanın , sorgulamanın önündeki en büyük engeldir. Aileden başlayarak, ya emir ve komuta zinciri içerisinde veya biat etme kültürü ile yoğruluyoruz. Onun için her olayı bizden başka mutlaka "iyi bilen" iyi gören "birisi vardır.
15 TEMMUZ DERSİ
Geleneksel aile düzenimiz, ataerkil toplumsal yapımız, soru sormanın , sorgulamanın önündeki en büyük engeldir. Aileden başlayarak, ya emir ve komuta zinciri içerisinde veya biat etme kültürü ile yoğruluyoruz.
Onun için her olayı bizden başka mutlaka “iyi bilen” iyi gören “birisi vardır. Durum böyle olunca da sorgulamak birey olarak , “bizlerin haddine “ düşmüyor. Sadece uygulamakla yetiniyoruz.
Peki sorgulamayan, sadece uygulayan bir toplumdan bilimsel akıl, demokratik kültür beklemek mümkün müdür?
Ne zaman evde , işte siyasi bir konu tartışacak olsak, büyüklerin, “bırakın siyaseti” haykırışı ile karşılaşırız. Onlarda belki haklılar çünkü tartışma, bir birimizi ikna etme yarışına girer ve sonunda kavga çıkar. Ne zaman spor konuşsak, yine aynı haykırışı duyarız. Çünkü bu sohbette sonunu fanatizme bırakır. Ekonomiyi tartışacak olsak, “zenginin malı züğürdün çenesini yorar” deyimine muhatap oluruz.
Peki ne yapmak lazım, dediğinizde kendinizi Tv’nin karşısında bulursunuz. Ya kendinize uygun bir dizi bulup, tarihi dizilerden, öğreneceksiniz, veya evlenme programları ile gününüzü gün edeceksiniz. Bu da olmadı daha derin konularla uğraşayım dediğiniz de karşınıza , “Sırlar Dünyası”, “Merhamet kapısı” gibi, dini rüyalardan öğrendiğiniz ciddiyet çıkacaktır.
Kültürüm gelişsin, Belgesel izleyeyim dediğinizde, bir gün önce uluslararası bir kanalda izlediğiniz “aslanın, ceylanı avlamaktan, tok olduğunu hatırladığı için vazgeçtiği “sahneyi, “Rabbi aslana dur dedi” diye tercüme eden program karşılaşırsınız.
Bu içgüdüsel davranışı anlamak yerine Rab ile ilişkilendirerek uhreviyat kazandırırsınız. Ertesi gün yapacağınız ilk iş, buradan edindiğiniz bilgileri topluma dayatmak olacaktır.
Sonra bu insanlar; kurmaylık seviyesine çıkan askerler, koca koca hakim ve savcılar, profesörler, akademisyenler bu adama nasıl inanır. Neden ceplerinde “okunmuş 1 dolar” gezdirirler diye mantık ararsınız. Mantık , sırlar dünyasında, aslana rabbin dur dediği sahnede!
Şimdi nerde hata yaptık diye hep beraber dizimizi dövüyoruz. Geriye dönüp hata şuradaydı, “sarı öküzü” burada verdik denildiğinde ise” geçmişi bırakalım, geleceği bakalım” tarzında bir tepki ile karşılaşıyoruz.
Ancak bu anlayış karşı düşüncenin geçmişini tartışmaktan, yaşanan olayları sorgulamaktan asla geri kalmıyor, O zaman ileri bakalım demiyor. Geçmiş tartışılmadan gelecek kurulamaz diyor.
Özgürlükçü demokrasinin gelişmemesi için her türlü çifte standardı uyguluyoruz. Bizim toplumsal zafiyetimiz, budur. Toplumsal dayanışmayı, korumacılık refleksi ile yapmayı tercih ediyoruz. Oysa bu dayanışmayı bir kez bile olsa kuruculuk, gelişme, çağdaşlık ve özgürlükler adına yapabilsek, değişimin de önünü açacağız.
Bugün meydanlarda demokrasi nöbetleri var. Toplum beklenmedik bir ölçüde dayanışma içerisindedir. Bu sevindirici bir gelişme , takdir edilecek bir durumdur.
Ancak görünen o ki, meydanlarda ki endişenin ana figürü, demokrasi değil, devlettir. Dolayısı ile Devlet kadrolarıdır. Demokrasi adına atılan bir slogan ,açılan bir pankart olmadığı gibi aksine, bazı toplumsal kesimleri rahatsız edecek, söz ve söylemler, davranış biçimleri kendini göstermektedir.
Demokrasinin önündeki en büyük engel devletin yada toplumun bir düşünce veya inancı mutlak egemen kılma anlayışıdır. Oysa Demokrasinin kendisi bir düşünce sistemidir. O sistem hiçbir düşüncenin, inancın yasaklanmasını kabul etmediği gibi ,egemen kılınmasını da kabul etmez.
Bizim Ülkemiz kuşkusuz ki çoğunluğu itibariyle Müslüman bir ülkedir. Ancak “Müslüman bir demokrasi” değildir. Farklı etnik ve inanç gruplarının olduğu bir ülkeyiz. Şimdi sormak gerekiyor ki, Tekbir sesleri ile demokrasi korunur mu? Bunu darbecilere karşı birlik gösterisi dayanışma sloganı olarak kullanabilirsiniz.
Ancak endişe edilen, bu anlayışın, önümüzde ki süreçte de, katlanarak devam edeceğidir. Ülke haçlı orduları tarafında işgale maruz kalmış değildir. Darbeciler, halkın üzerine bomba atanlar da tekbir getirerek yola çıktılar. Hatta öyle ki, eğer halka ateş açmazlarsa Peygamberimizin Şefaatinden yoksun kalacakları telkin edilerek motive edildiler.
Bu tekbir sesleri getirenler kimi provokatörlerce bazı mahallelere yönlendirilebilirler.
Türkiye bu deneyime sahiptir. Buna çok dikkat edilmelidir.
15 Temmuz bizlere şunu gösterdi ki, bir inancı kullanarak, seçim kazanabilirsiniz. Cemaatler kurarak, Sermaye gurupları yaratabilirsiniz. Ancak Demokrasiyi yaratamazsınız. Eğer genel kabul bir görmüş bir inanç, şer odaklarının eline geçerse, işte o zaman “din afyon” olur, haşhaşileri bizler kendi ellerimizle yaratırız. Geldiğimiz nokta ne yazık ki tamda budur.
Hiç kimse geçmişte ki sorumluluğundan kaçmamalıdır. Herkes kendi bulunduğu nokta kadar sorumludur.
Eleştirileri dikkate alıp, bir özeleştiri yapmanın zamanıdır. Bu mesele çok derindir ve toplumun her katmanında yer bulmuş, amip örneği parçalandıkça büyüyen bir virüstür.
Nerde ne zaman yaşama geçer henüz bilmiyoruz.
İşte şimdi yakalanan bu dayanışma süreci, mutlaka demokratik adımlarla desteklenmelidir. Bu süreci iyi okumayanlar , bilmelidir ki artık “cin şişeden çıkmıştır”.
Bu güne kadar yukarından aşağıya doğru verilen demokratik haklar bundan sonra, meydanlarda talep edilecektir.
Umarım Siyaset kurumu bunu iyi okur ve gerekli dersi çıkarır. Bir musibet, bin nasihatten iyidir, diyerek, hepimiz dersimizi alalım.