âDerin devlet, Türklerin önünü kesmek ve cezalandırmak istiyorâ
(Hürriyet Gazetesiânin Cumartesi ilavesinde yayınlanan röportaj) Adı, Hollanda ile özdeşleşmiş, yaşayan tarih İlhan Karaçay iddia ediyor: âDerin devlet, Türklerin önünü kesmek ve cezalandırmak istiyorâ Hollandaâdaki usta gazeteci İlhan Karaçay, toplumumuzu hedef alan olumsuz yaklaşımlarla ilgili olarak, âYaşamın her alanında başarılı bir tablo ortaya koymaktayız. Ciddi bir ekonomik güç haline gelmekteyiz. Yetişen genç kuşak son derece başarılı. Hollanda siyasetine damgamızı vurduk. Desteklenmesi gereken bu tablo, halkta da, siyasetçide de rahatsızlık yaratıyorâ dedi. Karaçay, âHer araştırma bizim bir kabahatimizi ortaya çıkarmaya çalışıyor. Bir süre önce Hollandalı bir araştırmacı, âBize araştırma sonuçları dikte ettiriliyorâ diye açıklamada bulundu. Burada siyasetçilerin dışında bir derin devlet var. Hollanda istihbarat örgütü bizim içimizde çok adam besliyor. Ama paralı değil bunlar. Aramızdan bazıları devlet görevlileriyle oturup kahve içmeyi bir şey sanıyorâ diye devam etti. Ãnal ÃZTÃRK / AMSTERDAM 23 Aralık 1942 Mersin doğumlu olan Karaçay, gençlik yıllarında, CHP İçel İl Gençlik Kolu Başkanlığı görevini sürdürürken, bu partinin organı sayılan ULUS Gazetesiânde de haber ve yorum yazmağa başlar. Aynı zamanda genç yaşına rağmen, Mersinâde ailece sahip oldukları ve Pompeipolis adını koydukları motel, plaj, gazino ve kampingten oluşan turistik tesislerin işletmeciği de küçük Karaçayâın omuzlarındadır. Yirmi beş yaşında, çalıştırdığı turistik tesislere gelen bir Yunan kapatanın hayatının rotasını değiştireceğini söyleseler kendi bile inanamazdı belki deâ¦. Sohbet koyulaşınca bu kaptanın gemisi ile Ãinâin ŞangHay kentine gittiğini öğrenir. Ãinâde Maoânun Kültür İhtilali yaşandığı yıllardır. Gazetecilik mesleğine sevdalı Karaçay için bu kaçırılmaz bir fırsattır. Karaçay üç arkadaşı ile birlikte gemiye işçi olarak girmeyi başarır. 1967ânin haziran ayı başlarında başlayan yolculuğun gerçek amacı gazeteciliktir Karaçay için. Ãinâe yolculuk geminin Süveyş Kanalıânı geçtikten hemen sonra bombalanışı sonucu bir maceraya dönüşür. Onlar Kanalı geçerler geçmesine fakat 7 Haziran 1967 günü Cibutiâye ulaştıklarında İsrail ile Arap ülkeleri arasında savaşın tüm şiddetiyle devam ettiğini ve Süveyş Kanalıânın kapandığını öğrenirler. Singapur üzerinden ŞangHayâa varıp karaya ayak basıldığında diğer gemicilerin neler yapacağı az çok bilinir ama Karaçay soluğu postanede alır. Süveş Kanalıândan ve yolculuk boyunca uğradıkları limanlardan çektikleri fotoğrafları ve birbirinden ilginç haberleri AKŞAM Gazetesiâne postalar. ŞangHayâda, Maoânun gerçekleştirdiği Ãin Kültür İhtilaliânin en renkli günlerini yaşar. O zamanların dünyaya kapalı, dünyanın en kalabalık ülkesi Ãinâde sarılık hastalığına yakalanır. Hastaneye yatırılır. Fakat götürüldüğü hastaneden kaçar. Karaçay Hastaneden kaçışını ve nedenini şöyle anlatıyor: âKaptanın verdiği garanti belgesi ile, beni hastaneye götürmek için gelen jandarmanın elinden kurtulmayı ve kaçmayı başardım. Ãünkü ŞangHayâdan sonraki yolculuk Kanadaânın Vancouver kentiydi. Yatacaksam modern dünyada hastaneye yatmalıydım. Gemi giderse ben bu bilinmezde ne ederdim?â Modern dünyaya ayak basar basmaz hastaneye yatar, tam tamına iki buçuk ay. Bu süre içinde kendini idare edecek kadar bildiği İngilizcesini geliştirir. Hastanenin bayan doktoru, çok kısa zamanda İngilizce öğrenen Karaçayâı tebrik eder, daha da geliştirmesi için kütüphane müdürünü ona ders vermesi için görevlendirir. Karaçay hastalığından kurtulur, öğrendiği İngilizce ise yanına kâr kalır. Kısacası, hasta olarak girdiği hastaneden sağlam ve âBir lisan bir insan demektirâ sözünden hareketle iki insan olarak çıkar. Londra üzerinden Türkiyeâye dönerken Hollandaâya uğrayan Karaçay, Hollandaâdaki yaşamı ve insanları çok beğendiğini ve burada kalmaya karar verdiğini söylüyor. âAvrupaâda basımına başlanan Tercüman Gazetesiâne muhabirlik yapmak için, daha önceden tanıdığım İstihbarat Şefi Kemal Ãzbayraç ile anlaştım. O zamanlar Hollanda yaşamım oldukça renkli geçiyordu. Pek çok kız arkadaşım olmuştu. Yine de yaşamın giderek monotonlaştığını düşünüyordum. Amerikaâya gitmek için karar verdiğimde, şimdiki eşim Jeanne ile arkadaşlık yapıyordum.â Tam Amerikaâya gidecekken Karaçay yaşamının yön değıştirişini şoyle anlatır: 1968 yılında Avrupa Şampiyonasıânda Ajax ile Fenerbahçe eşleşince, spor müdürümüz Necmi Tanyolaç ağabeyimizden bir telegraf gelmişti: âFenerbahçe Ajax ile eşleşti stop. Ajaxâı takip et stop. Bize bol bol fotoğraf gönder stop. Ãzellikle Cruyff, Swart ve Keizerâin fotoğraflarını gönder stop.â â¦Ve Karaçay, Ajax-Fenerbahçe maçları süresince arkadaşı Jeanne ile ilişkisini sıcaklaştırır, sonunda da Oânunla evlenir. 1969 yılında Hürriyet gazetesine transfer olan İlhan Karaçay ile yaptığımız söyleşiye güncel konularla başlıyoruz. -Sayın Karaçay, son yıllarda Hollanda kamuoyunda Türklere karşı önyargıların arttığı gözlenmekte. Deneyimli bir gazeteci olarak bunu neye bağlıyorsunuz? -âBatı Avrupa ülkeleri zaten Türklerden bıkmışlar ve Türklerden korkmuşlar. Bu yıllardır var olan bir şey. Buna 11 eylül bahane oldu. Ardından Pim Fortuyn denilen bir adam çıktı. Hollanda halkı maalesef Fortuynâe itibar etti. Durum böyle olunca da Fortuyn bu durumu kullandı. Hollandalılar, genelde batılıların hepsi halen âhaçlı ruhuâ taşıdıkları için Türklere farklı gözle bakıyorlar. Ben bir Hollandalıyla evliyim; kaynıma çocukken âTürkâ derlermiş. Sebep, çok arsızmış, pismiş: bunun için âTürkâ derlermiş. Bu da taşıdıkları âhaçlı ruhununâ bir göstergesi bence. Yıllar önce bir toptancı halinde Türkiyeâden gelen limonların satışına şahit oldum. Adam mala baktı, beğendi falan; ama âLütfen bundan sonra sandıklara Türk Malı yazmayalımâ dedi. Ãünkü adam âTürkâ kelimesinden rahatsız oluyor. Tabii aramızdan bazı çürük elmalar da çıktı. Mafya babaları falan. Bu nedenle biraz medyatik olduk. Medyatik olunca da azınlıklarla ilgili her olayda âTürkâ denmeye başlandı. Yabancılar anavatanlarından evlilik yapmasın deniliyor. Surinamlıâya bir şey yok, Antilliâye bir şey yok; ama âTürk Türk ile evlenmesinâ deniliyor. Hakkımızda yanlış bir imaj sahibi olunmuşsa ben hiç bir şey yapmam. Ben neysem oyum. Batılı genel anlamda, genel kültürü olmayan bir toplum; tarihi de bilmez, coğrafyayı da bilmez. Ama ben bilirim. Biz bunları ilkokulda öğrendik. Batılıların genel kültürü zayıf olduğundan bu imajın silinmesi zor.â - Siyaset ve iş dünyası başta olmak üzere toplumumuz yaşamın farklı alanlarında etkin olması da ön yargıları körüklüyor mu? - âTabii ki. Yaşamın her alanında başarılı bir tablo ortaya koymaktayız. Türk esnaf sayısı yüzde 40âlara ulaştı. 2020âde bu oran yüzde 80âlere çıkar. İş dünyasının her alanında yer alıyoruz. Ciddi bir ekonomik güç haline gelmekteyiz. Girişimci sayımız her geçen yıl katlanarak büyüyor. Yetişen genç kuşağı da son derece başarılı buluyorum. Siz bakmayın âTürk gençleri okumuyorâ palavralarına. Geleceğin toplumunda layık oldukları noktalara ulaşabilmek için büyük mücadele veriyorlar. Yüksek okullarda öğrenim gören Türk genci sayısı 1970âlı yıllarda parmakla gösterilecek kadar azdı. Bugün ise ortada gurur duyacağımız bir tablo var. Anayasaâda yapılan değişiklik sonrası 1986 yılında bu yana yerel yönetimlerde yer almaktayız. Belediye meclislerinde temsilcilerimizin sayısını her seçim sonrası daha da arttırmaktayız. 1998 yılından bu yana da Hollanda parlamentosunda temsilcilerimiz bulunuyor. Eyaletlerde de politikacılarımız var. Desteklenmesi gereken bu tablo, halkta da, siyasetçide de rahatsızlık yaratıyorâ - Sıraladığınız örnekler âuyumâ açısından büyük önem taşımıyor mu? âYıllardır bir âuyum masalıdırâ gidiyor. Bu konuda samimi olsalar, şu sıraladığım örneklere yenilerini ekleme çabası sergilemeleri gerekir. Ancak bunu göremediğimiz gibi, aksine Türklerin önünü kesmek ve cezalandırmak istiyorlar.â - Nasıl? - âBu örnekleri çoğaltmak istemiyorlar. Seçim dönemlerinde Türk adayları listelerin alt sıralarına atıyorlar. Girişimcilere destek mi, köstek mi oldukları belli değil. Sözüm ona çıkardıkları uyum yasalarıyla aile birleşimini engellemeye, bu ülkede uzun yıllardır yaşayanları da baskıyla geri dönüşe zorlamak istiyorlar. Ali birleşimindeki şu kritere bakın, eş seçimi için devlet ülke sıralıyor. Şu, şu ülkelerden evlenirsen sorun yok, ancak Türkiyeâden evlenirsen o zaman âdur bakalımâ deniyor. Bunun insan haklarıyla bağdaşan bir yönü yok. Hitler, Yahudileri niye katletti? Buradakine benzer bir gelişme gördü. Yahudilerin toplumda gelişme eğiliminden korktu. Yahudilerin Siyonizm gibi bir derdi de vardı. Bizim böyle bir şeyimiz yok. Biz ekmek parası için çıktık yola; şimdi ekmek parasını pasta parasına çevirmeye çalışıyoruz. Bundan korkuyorlarâ - Yabancılara yönelik araştırmalara ilişkin neler söylemek istersiniz? - âHer araştırma bizim bir kabahatimizi ortaya çıkarmaya çalışıyor. Bir süre önce Hollandalı bir araştırmacı, âBize araştırma sonuçları dikte ettiriliyorâ diye açıklamada bulundu. Burada siyasetçilerin dışında bir derin devlet var. Hollanda istihbarat örgütü bizim içimizde çok adam besliyor. Ama paralı değil bunlar. Aramızdan bazıları devlet görevlileriyle oturup kahve içmeyi bir şey sanıyor.â - Sözünü ettiğiniz derin devlet mi yabancılara yönelik yıldırma politikası izlenmesini istiyor? - âSiyasetçilerin yüzde 99âu bundan habersizdir. Hangi siyasetçi olursa olsun, derin devlet tarafından yönetildiğini kabul etmez. Ancak, siyasetçi yönlendiriliyor, oyuna geliyor. - Türk toplumu örgütlenme açısından çok parçalı bir tablo ortaya koyuyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? - âÃok bölünmüş bir durumdayız. Bu gücümüzü hissettirmemizi engelliyor. Dünyaya örnek olarak gösterdiğimiz kurum, devletten üç-beş kuruş daha fazla destek alayım diye naylon bir araştırma yapıyor ve bunu basın yoluyla telkin ediyor. Dini ve siyasi görüşlerden uzak vatandaşın ortak sorunları ve çıkarları için mücadele yürütecek bir oluşum gerçekleşmeli. Bunun içinde alanında uzmanlaşmış kişiler yer almalı ve iş adamlarımız destek vermeli. Hem Türk ve hem de Hollanda devletinden bağımsız olmalı.â - Zaman, zaman yaşanan olaylara karşı bireysel tepki de ortaya koyup, kişileri, kurumları mektup bombardımanına tutuyorsunuz? - âHaksızlığa isyanım yıllardır sürüyor. Bu konudaki mücadelem ölünceye kadar sürecek. Herkesi bıktırırlar ama beni asla.â Karaçay ile nostaljik konulara da girdik. - Sayın Karaçay, âhaber atlatmakâ mesleğimizin bir parçası. Kuşkusuz unutamadığınız anılarınız da vardır. Okuyucularımızla neleri paylaşmak istersiniz ? - âYıl 1978. Arjantinâde Dünya Futbol Şampiyonasını izliyoruz. Türkiyeânin tüm ünlü futbol yazarları ve muhabirleri orada. Ben de o zaman Hürriyetâe çalışıyorum. Türkiyeâde âEn çok haber atlatan adamâ olarak bilinen âGölge Adamâ lakaplı Ertuğrul Akbay kardeşimiz de orada. Ertuğrul çok iyi bir magazincidir. O da o zaman Günaydınâa çalışıyor. Ertuğrulâun haber atlatma maceraları öylesine çok ki, kendi anlatımı ile bunlardan biri şöyle : Ãnlü Maria Callas İstanbulâa gelmiş. Hiç kimse onunla görüşemiyor. Ama Ertuğrul bir helikopter kiralamış ve Callasâın bulunduğu yata iniş yaparak kendisiyle konuşmuş. O zaman Günaydınâın sporda çok iddiası yoktu. Ama Hürriyet hem sporda ve hem de magazinde iddialı idi. Bu nedenle benim Ertuğrulâdan daha atik davranmam gerekiyordu. Ertuğrul, 1976 Monreal Olimpiyatları sırasında, ünlü foto muhabiri Mehmet Biber ile bir anlaşmazlık sonunda kavga etmiş ve fotoğraf makinesi ile kafasını yarmıştı. Hastaneye kaldırılan Mehmet Biber, Kanada televizyonlarına bile haber olmuştu. Bu nedenle Ertuğrulâa fazla yanaşılmazdı. Ertuğrul kurnaz bir gazeteciydi. Orada en büyük rakibi bendim. Bu nedenle bana yanaşmak ve böylece beni kontrol etmek durumundaydı. Bana ilk teklifini yapmıştı: âBak kardeş, birlikte çalışalım ve birbirimize yardımcı olalımâ Benden de tabii ki bir âhay hayâ yanıtı gitmişti. Aynı gece uyumaya giderken, ilan tahtasında, ertesi sabah saat 07.00âde bir otobüsün Arjantin milli takımının kamp yaptığı şehre gideceği yazılmıştı. Arjantin ev sahibi olduğu için çok önemliydi. Ben bu ilanı Ertuğrulâun görüp görmediğini merak ediyordum. Ertesi sabah erkenden kalkıp otobüse bindiğim zaman arka sıralarda Ertuğrulâu gördüm. Tabii ki ben önce davrandım ve âNeredesin be, odanın kapısını çaldım ama yoktunâ yalanını söyledim. O da bana bir yalanla kendini af ettirmeye çalıştı. Ertuğrul, 3 saatlik yol boyunca hayat hikâyesini ve nasıl çalıştığını anlattı. Bu ara Mehmet Biberâi de nasıl perişan ettiğini anlattı. Arjantin kampına vardığımız zaman, o da, ben de futbol haberinden çok magazin haber peşine düştük. O kendine göre, ben de kendime göre güzellikler bulduk ve gazetemize gönderdik. Burada birbirimize üstünlük sağlayamadık. O sırada bir güzellik yarışması da vardı. Jüri üyeleri arasında bizim Togay Bayatlı da olduğu için, tüm Türk gazeteciler özel davetliydi. TVâden canlı yayınlanan yarışma sırasında, sahnedeki güzellerden birine yanaştım ve âEn güzel sensinâ diye iltifat ettim. Yarışma sonrasında benim favorim kraliçe seçilince, yaptığı ilk iş benim boynuma sarılmak oldu. Ondan sonra bu kızın âhamisiâ durumuna geldim ve bütün programı onunla birlikte yaşadım. Fotoğraf çekimi ve mülakat için hep bana başvuruluyordu. Tabii ki bu arada ben de onunla birlikte dans ederken fotoğraf çekildim. Ertuğrul da kendine göre fotoğraflarını çekiyordu. Yarışma sonrasında otele giderken Ertuğrul teklif etti: âKardeş, yarın sabah saat 10.00âda Lufthansânın önünde buluşalım ve filmlerimizi gönderelimâ Ama ben Ertuğrulâa güvenemezdim ki. Aynı gece özel bir adreste filmi banyo ettirdim. Filmden bir tek kare kestim. Zarfladıktan sonra sabah saat 09.00âda İberia Havayollarıâna gittim. Zarfımı Madrid ve Frankfurt üzerinden İstanbulâa gönderdim. Zarfın bu şekilde aktarmalı gitmesi zordu ama bu bir kumardı. Ertuğrul ile saat 10.00âda buluştuğumuz zaman film şeridini olduğu gibi gösterdim. Filmi zarfa koydum. O da filmini zarfa koydu. İki zarfı birlikte Lufthansaâya verdik. Ãok talihliymişim ki, İberia ile gönderdiğim zarfım o günün akşamı Madrid ve Frankfurtâtan sonra İstanbulâa ulaştı. Ertesi gün Basın Merkeziânde telekslerin başındayız. Milliyetâin Fotoğraf Servisi Müdürü Hüseyin Kırcalı da yanımızda. Ertuğrul yazıyor: âBurada güzellik yarışması yapıldı...Filmler bugün elinize geçecekâ Karşı taraftan cevap: âGüzellik Yarışmasına ait haber ve fotoğraf bugün Hürriyetâin birinci sayfasında varâ O zaman Ertuğrulâun yüzünü görmeliydiniz. Bana döndü ve sorar gibi baktı. Ben de âAjanslardandırâ dedim. Ertuğrul da aynısını yazdı ama oradan gelen cevap daha da moral bozucuydu: âFotoğraf renkliâ O zaman ajanslar henüz renkli fotoğraf çekmiyorlardı. Ben de âNe bileyim kardeşim, filmi beraber göndermedik mi? O resim bir ajanstan gitmiştirâ diye ısrar edince, Hüseyin Kırcalı araya girdi ve Ertuğrulâu daha çok fitillemeye başladı: âVay be Ertuğrul, başına bu da mı gelecektiâ Ertuğrul ile bu kez bir başka ödül törenindeyiz. Dünya Kupalarıânın egale edilemeyen gol kralı Juste Fontaineâye ödül verilecek. Dünya Kupası tarihinde, İsveç 1958'de 13 gol atarak rekor kıran Fontaineânin ödül törenine Halit Kıvanç, Necmi Tanyolaç, Kemal Belgin, Togay Bayatlı, Metin Türel, Erol Aydın, Hüseyin Kırcalı, Ertuğrul Akbay ve ismini hatırlayamadığım arkadaş ile kalabalık bir şekilde gitmiştik. Orada Ertuğrul Akbay, güzel bir kız ve top buldu. Kızı masaya çıkardı. Fontaineâyi de yanında getirdi. Ben de arkadaşlara, âBakın şimdi Ertuğrulâu nasıl çıldırtacağımâ dedim. Ve arkasından deklanşöre bir kez bastım. O sırada Ertuğrul geri döndü ve âBenim hazırladığım sahneyi çekme yahuâ diye bağırdı. Arkadaşların yanına oturduğum zaman hepsi kıs kıs gülüyorlardı. O gün filmleri ancak akşam uçağı ile gönderebilirdik. Haber de ertesi gün kullanılabilir ve iki gün sonra da yayınlanabilirdi. Saate baktım. Frankfurtâa gidecek olan bir uçağın kalkmasına yarım saat vardı. O uçağa kargo vermenin imkânı yoktu. Ben tuvalete gider gibi yaptım ve bir taksiye atlayarak 10 dakika ilerideki havaalanına gittim. Basın kartı sayesinde içeri girdim ve Lufthansa uçağına kadar gittim. Bir hostese yalvardım. Bir arkadaşımın kendisini Frankfurt havalimanında karşılayacağını söyledim. Hostes kabul etti ve içinde film olan zarfımı aldı. 20 dakika sonra geri döndüğüm zaman, yerime otururken Hüseyin Kırcalı yine konuştu : âEee sayın Karaçay, zarf gitti mi ?â O an Ertuğrulâu gerçekten görmeliydiniz. Hüseyin ateşlemeye devam etti : âOh anam oh, haber yine yarın Hürriyetâte. Diyabakırâda kese kâğıdı olduktan sonra da film Günaydınâa gidecekâ Karaçayâın yaşam öyküsünde hoşa giden nostaljik kesimler boldur. Bunlardan biri de, Karaçayâın Hollandaâya gelişinin akabinde, o zaman Kraliçe olan Julianaânın küçük kızı Prenses Christinaâya yazdığı mektup var. Karaçay bunu da şöyle anlatıyor: âHollandaâya yeni gelmişim. Televizyonlarda ve gazetelerde sürekli olarak Prenses Christinaâdan söz ediliyordu. İlk bakışta güzel bir kıza benziyordu. Oturdum bu güzel (!) kıza mektup yazdım. Ãzellikle güzel gözlerine hayran olduğumu yazdım ve evlenme teklifi yaptım. Ama büyük bir hata yapmışım. Kraliçe Juliana doğum sırasında menenjit hastalığına yakalandığı için, doğan kızı Christinaânın gözleri bozuk (şası) olmuş. Ben de buna hiç dikkat etmediğim için Oânun güzel gözlerinden söz etmişim. Bu nedenle de benim mektubum tabii ki ciddiye alınmamıştır. Bu konuda sadece Emformasyon Dairesiânden bir mektup aldım . Mektupta, benim mektubumun presnsese aktarıldığı belirtilmiş. Christina sonunda yine de Kübalı bir yabancıyla evlendi ama sonradan boşandı.â