Ortadoğu’nun geleceğini Türkiye belirleyecek

“Türkiye Ortadoğu’yu yeniden Osmanlılılaştırma imkanı verecek dinamiklere sahip. Bunu hızlandıracak 2 önemli etken; AB umutlarının çıkmaza girmesinin yakın

“Türkiye Ortadoğu’yu yeniden Osmanlılılaştırma imkanı verecek dinamiklere sahip. Bunu hızlandıracak 2 önemli etken; AB umutlarının çıkmaza girmesinin yakın olması ve Türkiye’nin, kendisini 60 yıl kollayan ABD’li dadının sütünden kesilmesinin yaklaşması.” Stratejik soru şu: Ortadoğu bölgesinin geleceğinin yapısını belirleyecek en önemli devlet hangisi? Stratejik yanıt ise, ‘Türkiye, Türkiye ve yine Türkiye.’ Peki niçin İran, İsrail, Mısır veya Suriye değil de Türkiye? Haberin devamı Çünkü bölgedeki bu tarihi ve eksen devlet, kendisine Ortadoğu’yu yeniden Osmanlılılaştırma imkanı verecek gücün bütün dinamiklerine sahip: Türk milli kenetlenmesi, gelişmiş ve uluslararası alanda görülen askeri güç, modern ve gelecek vaat eden ekonomi ve son olarak İslam ile demokrasi arasında hali hazırdaki evlilikte saklı ideolojik cazibe. Sonra ortada bu ‘yeni Osmanlıcılığın’ doğuşunu hızlandıracak bir başka iki etken daha var. İlki Türkiye’nin AB cennetine girişi noktasındaki bütün umutlarının çıkmaza girmesinin yakın olması. Bu durum Türkiye’yi kendi coğrafyası- Ortadoğu, Orta Asya ve Balkanlarda bir başka tarihi rol aramaya sevk edecektir. İkincisi ise Türkiye’nin, kendisini 60 yıl kollayan ABD’li dadının sütünden kesilmesinin yaklaşması. Bu son etken bu süreçte en önemli etken olabilir. Zira bu etken, Türkiye’ye ABD’den yarı bağımsız bir dış politika izleme imkanı verecek ve bu üç bölgedeki liderlik projesini kat kat değerli kılacaktır. Bu olası bağımsızlık eğiliminin ayak izleri her yere yayılmış durumda. 22 Temmuz seçimleri, Türk-Amerikan koalisyonunun rolü ve Ankara’nın dış politikasının gelecekteki eğilimleri hakkında siyasi bir dizi tartışmayı başlatmıştı. Tartışmalar şu türden soruları körükledi: Acaba Türkiye Soğuk Savaş sonrası dönemde Amerikan koalisyonuna ihtiyaç duyuyor mu? ABD’nin kuzey cephesini açarak savaşa sürüklemek için 2003’te Türkiye’ye baskı yapması- ki Türk parlamentosu bunu reddetmişti- ve ABD’nin Ortadoğu ve Avrupa’da bu derece halk desteğini kaybetmesi sonrası, bu koalisyonun bir değeri var mı? Washington Uzakdoğu Araştırmalar Merkezi şöyle diyor:”‘Bu soruların yanı sıra ABD’nin Irak’taki şartlarının kötüleşmesi ve Kuzey Irak’taki Türk askeri güç kullanımı etrafındaki daimi tehlike, Türk-Amerikan ilişkilerini uluslararası çalışma cetvelinin başına koydu.” Merkez ayrıca şunu da ekliyor: “Ankara ve Washington’un aralarındaki ‘yabancılaşmayı’ azaltmakta istekli oldukları doğru; ancak şu an ilişkileri birbirlerini yanlış anlamayı aştı ve bu durum, ilişkilerin geleceği ve Ortadoğu’da bölgesel güvenliğin yapısı üzerinde ağır gölgesini bırakacaktır.’ AK Parti’nin Türk siyasetinde siyasi bir güç olarak belirmesi, ilişkilerdeki bu yabancılaşma ile aynı zamana denk geldi. Geçmişte iki ülke arasındaki anlaşmazlıklar stratejik koalisyon çerçevesinde kalıyordu. Fakat şimdi Sovyetler Birliği’nden hareket alan ortak tehlikenin yokluğu ve Türkiye’deki yeni sivil-askeri dinamiklerle birlikte, ortada Türk-Amerikan koalisyonunun geleceğini yeniden irdeleme yönünde bir ihtiyaç söz konusu. Özellikle de Ankara’nın Irak’taki Amerikan savaşına katılmayı reddetmesiyle açıkça ifadesini bulan, aralarındaki ortak stratejik vizyonun parçalanması sonrası durum böyle. Bu gelişmeler Washington’da birçoklarını, koalisyon şartlarının kötüleşmesinin sebebinin AK Parti’nin yükselişinden kaynaklandığı yönünde bir görüşe sevk etti. Fakat Washington, Türkiye’nin Ortadoğu’daki liderliğini kabul etmesi durumunda, bu partiyi bölgede kendisinin en iyi stratejik ve ideolojik müttefiki olarak görebilir. Peki ilk stratejik sorumuza yanıt vermiş olduk mu? Orta ve uzun vadede belki evet. *Birleşik Arap Emirlikleri’nde yayımlanan El Haliç gazetesi, 11 Ocak 2008 Arapçadan çeviri: Halil Çelik