Balkanların Ekonomik Potansiyeli: 20 Yıllık bir Evrim

1980’lerin sonlarında dünyada yaşanan gelişmelere paralel Balkanlar coğrafyasında meydana gelen rejim değişiklikleri ile hem demokrasiye hem de serbest piyasa ekonomisine geçiş yaşanmıştır.

1980’lerin sonlarında dünyada yaşanan gelişmelere paralel Balkanlar coğrafyasında meydana gelen rejim değişiklikleri ile hem demokrasiye hem de serbest piyasa ekonomisine geçiş yaşanmıştır.

Bu tarihe kadar, Batı Avrupa’daki ekonomik kalkınma modelinden farklı bir sisteme sahip olan bölge ülkeleri, bugün temel dış politika hedeflerinden biri haline gelen AB’nin temelleri atılırken de doğal olarak bu yapılanmanın dışında kalmıştır. Rejim değişikliğinin hemen ardından ise yüzlerini Batı’ya dönerek, mevcut devletler sistemindeki yeni yerlerini almışlardır. Bu dönemde, en temel kaygılardan biri, devlet inşa süreçlerinin önemli bir ayağını oluşturan ekonominin yeni dünya düzeninin gereklerine uygun şekilde yeniden yapılandırılması olmuştur. Bu kapsamda, bölge ülkelerinin geçirdiği değişim ve dönüşüm sürecinde ABD ve AB belirleyici aktörler olarak ön plana çıkmış; IMF, Dünya Bankası ve NATO gibi uluslararası örgütler yoğun bir şekilde kullanılmıştır. Gelinen noktada Balkan ülkeleri, 20 yıllık bir süreç içerisinde hem NATO ve AB üyesi olmuş (veya üyelik yolunda ciddi mesafe kat etmiş)[1]; hem de dünya politik ekonomisinde önemli bir jeoekonomik geçiş noktasını temsil etmeye başlamıştır.

Ekonomik Kalkınma: Bölgesel Güvenlik ve İstikrarın Teminatı

1990’lar boyunca Balkanlar coğrafyasında tecrübe edilen kanlı savaşlar, etnik çatışmalar ve sınır anlaşmazlıkları göstermiştir ki Balkanların geleceği için güvenlik ve istikrarın tesis edilmesi her şeyin üstünde gelmektedir. Bölgede güvenlik ve istikrarın sağlanmasında en önemli faktörlerden bir tanesi ise ekonominin kalkındırılması ve yaşam standardının yükseltilmesinden geçmektedir. Diğer bir ifadeyle, ilişkilerin sadece devlet-devlet zemininde yürütülmesinden kaçınarak, ticari bağlar kurup taraflara işbirliğinden doğan karşılıklı kazanç ve çıkarın gösterilmesinde yatmaktadır. Böylece birbirleri ile ticaret yapan kişiler ve devletler birbirilerini daha iyi anlamaya başlayacak ve karşılıklı refahın arttığını gördükçe çatışmadan değil uzlaşmadan yana tavır sergileyecektir.

Zira 2000’li yılların başından itibaren, içsel ve dışsal dinamiklerin de etkisiyle, söz konusu anlayış bölgede kendini göstermeye başlamıştır. Son dönemde bölge ülkelerinin gerek kendi iç ekonomi-politik yapılarının iyileştirilmesinde gerekse dış pazarlara açılmada ciddi adımlar attığı görülmektedir. AB’ye uyum çerçevesinde birçok yasa çıkartılmış ve reformlar gerçekleştirilmiştir. Avrupa’da kurumlar vergisinin en düşük olduğu ülkeler bu coğrafyada yer almaktadır. Henüz AB üyesi olmamalarına rağmen Kosova ve Karadağ para birimi olarak Euro’yu kullanmaktadır. Vergi muafiyetleri, sübvansiyonlar ve bürokrasinin azaltılması gibi devlet tarafından sağlanan teşvikler; ikili ve çok-taraflı serbest ticaret anlaşmaları ve özelleştirmeler bir taraftan yabancı yatırımcıların iştahını kabartırken diğer taraftan da sözkonusu ülkelerin ekonomik kalkınması için önemli sıçrama taşlarını oluşturmaktadır.

Bu kapsamda, tek tek ülkeler incelenecek olursa[2] görülmektedir ki Sırbistan’ın 2009 yılı verilerine göre GSYH’si 43 milyar dolara ulaşmıştır. Kişi başına milli geliri ise 5.6 bin dolar civarındadır. Ülkede, AB ile bütünleşme yolunda kararlı bir ekonomik program uygulanmaktadır. Yapısal reformlar başlığı altında bugüne kadar çıkardığı yasalar ciddi sayılara ulaşmıştır. Bu yönüyle Sırbistan, yakın coğrafyasında Türkiye açısından da önemli bir pazara dönüşmüştür. Ülkede ticari mevzuatın sadeleştirilmesi, bürokrasinin azaltılması ve en son Başbakan Erdoğan’ın Temmuz ayındaki Sırbistan ziyareti esnasında imzalanan vize muafiyeti ve serbest ticaret anlaşmaları sonucunda ilerleyen dönemde iki ülke arasında önemli bir yatırım dalgasını beklemek yanlış olmayacaktır.

2012 yılında AB’ye tam üye olması beklenen Hırvatistan’nın ekonomisi ise 2001-2008 yılları arasında ortalama %4,4 büyümüş; GSYH’si 63 milyar dolar civarında gerçekleşmiştir. Ülkenin, 2005’te başlayan tam üyelik müzakereleri süresince, siyasi ve ekonomik politikalarını Birlikle uyumlu hale getirme çabası çerçevesinde attığı adımlar ve kurumsal yapısında gerçekleştirdiği düzenlemeler önemlidir. Ayrıca “Adriyatik’in incisi” olarak bilinen bu ülke, coğrafi konumu itibariyle de bölge ülkelerine kıyasla oldukça avantajlı durumdadır. Zira Hırvatistan 1777 km ile Adriyatik’e en uzun kıyısı olan ülkedir. Bu noktada, Türk firmalarının Hırvatistan’daki yatırımları içerisinde ülkenin kıyı şeridindeki turizm tesislerinin büyüklük açısından ilk sırada yer aldığı görülmektedir.

Bölgede ekonomik anlamda önemli bir değişim geçiren bir diğer ülke ise Bosna-Hersek’tir. Her ne kadar ülke ekonomisinin istikrarı için gerekli kurumlar AB, NATO, BM, ABD gibi uluslararası aktörlerin teknik ve finansal desteği ile ayakta duruyor olsa ve işsizlik rakamı %45 gibi astronomik seviyelerde dolaşsa da, Bosna-Hersek’in serbest piyasa ekonomisinin sağlıklı işleyebilmesi için gösterdiği çaba dikkate değerdir. Türkiye’nin süreçteki katkısı ise ayrı bir tartışma konusudur. Zira Ankara hem siyasi alanda üçlü mekanizma toplantılarını başlatarak Bosna-Hersek’i Sırbistan ve Hırvatistan ile diyalog masasına oturtmuş, hem de ekonomik alanda eğitim kurumlarından altyapı projelerine kadar birçok sektörde yatırım yapmıştır. Ülkede 2 tane Türk Üniversitesi, Ziraat Bankasının toplam 21 şubesi, Hayat Grubu’nun kağıt fabrikası ve Şişecam’ın soda fabrikası bulunmaktadır. Ayrıca Bosna-Hersek Havayolları’nın %49’u Türk Hava Yollarına aittir.

AB aday ülkesi olan ve müzakerelere devam eden Makedonya ise bölgede yatırımcıları bekleyen önemli bir ekonomik potansiyel barındırmaktadır. Bilhassa Türk yatırımcılar için cazibe merkezi konumunda olan bu ülkede, 250’yi aşkın Türk firma faaliyet göstermektedir. Bunların yaklaşık 100’ü bu ülkeye doğrudan yabancı sermaye yatırımı gerçekleştirmiştir. Küresel ekonomik krize rağmen, iki ülke arasındaki 2009 yılı ticaret hacmi ise 324 milyon dolardır.

Balkanlarda turizm denildiğinde ilk akla gelen ve bu sektörde en hızlı büyüyen ülkelerden biri olan Karadağ da son dönemde yatırımcılar açısından oldukça ilgi görmektedir. IMF, Dünya Bankası ve Avrupa Yatırım Bankası üyesi olan, AB, NATO ve Dünya Ticaret Örgütü ile ise üyelik müzakerelerine devam eden bu ülke, son dönemde özellikle ulaştırma projeleri ile dikkat çekmektedir. Bu anlamda ülkenin en büyük yatırım projesi 7 ülkeden geçmesi planlanan Adriyatik-İyonya otoyoludur. Türkiye ile ilişkiler açısından ise yasal çerçeve tamamlanmış; vize muafiyeti ve serbest ticaret anlaşmaları imzalanmış olmasına rağmen ekonomik krizin de etkisiyle çok fazla ilerleme sağlanamamıştır. Karadağ ile Türkiye arasında 2009 yılı dış ticaret hacmi, bir önceki yıla kıyasla %36 oranında azalarak yalnızca 32,3 milyon dolar olarak gerçekleşmiştir. Karadağ’daki Türk yatırımların toplamının ise 50 milyon Euro civarında olduğu bilinmektedir. Bu anlamda, Karadağ Türk firmaları için devlet teşvikleri ve ikili anlaşmalar da dikkate alındığında hem önemli bir çekim merkezi hem de el değmemiş bir pazar niteliği taşımaktadır.

AB’nin 2004 genişlemesi çerçevesinde Birliğe üye olan Slovenya, ekonomik ve ticari ilişkilerini o tarihten bu yana AB’nin Gümrük Birliği politikaları çerçevesinde yürütmektedir. Özellikle makine, elektrik-elektronik ve otomotiv yan sanayinde oldukça gelişmiş bir endüstriye sahiptir. Avrupa pazarlarına yakınlığı ve üretim maliyetlerinin düşük olması ülkeye birçok yabancı doğrudan yatırımın gelmesini sağlamaktadır. Ayrıca, diğer Orta Avrupa ülkeleri gibi turizm cenneti olan Slovenya, turistik tesisleri ve kapasitesi ile bu sektörde de iddialı olduğunu göstermektedir.

Son olarak, 2008 yılında Sırbistan’dan bağımsızlığını ilan ederek Balkanların en genç devleti olan Kosova gelmektedir. Bağımsızlık ilanından bugüne sadece 69 devlet tarafından tanınan bu ülke, uluslararası sistemde tam bir aktör haline gelememiş ve bu yönüyle devlet inşa sürecini henüz tamamlayamamıştır. Söz konusu durum, ekonomik kalkınmanın önündeki en temel engellerden birini de oluşturmaktadır. Kosova’nın sağlıklı bir şekilde piyasa ekonomisine geçişi, dünya devletleri ile ticaret yapabilmesi ve bu şekilde halkın refahının arttırılması ve yoksulluğun giderilmesi yönündeki uluslararası çabalar devam etmektedir. Bu çabalara en fazla destek veren ülkelerin başında ise Türkiye gelmektedir. Tanınma sorunu nedeniyle ekonomik anlamda da izole edilmiş olan Kosova’nın Türkiye ile ticari ilişkileri hayati öneme sahiptir. Bu çerçevede, 2009 yılında Türkiye’nin Kosova’ya ihracatı 278 milyon dolar, Kosova’dan ithalatı ise 10 milyon dolar civarında gerçekleşmiştir.

Sonuç itibariyle…

20. yüzyıl boyunca sürekli çatışmalarla anılmış olan Balkanlar coğrafyası, günümüzde dünya politik ekonomisinin en yeni ve umut vadeden pazarlarını temsil etmektedir. 1990’larda yaşanan rejim değişikliği ile serbest piyasa ekonomisine geçen bu ülkeler, süreç içerisinde hızla gerçekleştirdiği reformlarla yatırımcılar için görece uygun bir zemin sunacak hale gelmişlerdir. Bu kapsamda, kurumsal yapılanmalarını büyük ölçüde tamamlamış, yatırımcılar karşısındaki bürokrasiyi azaltmış, ticari mevzuatı sadeleştirerek hukuki yapısını bu yönde yeniden düzenlemiştir. İlaveten ikili ve çoklu serbest ticaret anlaşmaları ile vize muafiyeti anlaşmaları imzalama yoluna gitmiştir. Tüm bunlar devlet teşvikleri ile desteklenmiştir. Sonuç itibariyle, Balkanlar Avrupa’nın ortasında fırsatlarla dolu, büyük potansiyel barındıran pazarlar olarak karşımızda durmaktadır.

Ancak yine de bu potansiyelin gerçekleştirilmesi ve maddi refaha dönüştürülmesi için kat edilmesi gereken oldukça uzun bir yol vardır. Zira kapitalist sisteme entegre olmak kadar önemli diğer mesele sisteme nasıl entegre olunduğudur. Bu noktada bölge ülkelerinin karar alıcıları açısından daha önceki ekonomik dönüşüm hikayeleri ve yaşanan krizler, ders alınacak önemli noktalar olarak ortaya çıkmaktadır. Dünyanın ekonomik ağırlık merkezinin yer değiştirdiği günümüzde Balkanlar jeoekonomik tartışmalar açısından kilit konumda bulunmakta; dolayısıyla bölgenin ekonomik istikrarı büyük bir hinterlandı doğrudan ilgilendirmektedir. Türkiye açısından bakıldığında ise meselenin yukarıda çizilen tablo çerçevesinde değerlendirilmesi yeni ekonomik entegrasyonlar açısından ümit verici dersler içerebilir.


Muzaffer Vatansever
mvatansever@usak.org.tr

1- AB üyesi olan Balkan devletleri: Yunanistan, Slovenya, Romanya ve Bulgaristan. AB aday ülkesi olan Balkan devletleri: Hırvatistan ve Makedonya. Yakın gelecek için AB üyelik perspektifi verilmiş olan Balkan devletleri: Sırbistan, Karadağ, Bosna-Hersek, Arnavutluk ve Kosova.

2- Yazımız kapsamında sadece eski Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’nden ayrılan devletler ele alınmaktadır: Sırbistan, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Makedonya, Karadağ, Slovenya ve Kosova.
 

http://www.usakgundem.com/yazar/1762/balkanlar%C4%B1n-ekonomik-potansiyeli-20-y%C4%B1ll%C4%B1k-bir-evrim.html