ÜNİVERSİTELERDE DEĞİŞİM EĞİLİMLERİ/ Prof. Dr. Famil ŞAMİLOĞLU

Bugün değişen şartlar nedeniyle değişime uyum sağlama, değişimi yönetme ve değişimde öncü olma stratejileri çok farklılaşmıştır.

Bugün değişen şartlar nedeniyle değişime uyum sağlama, değişimi yönetme ve değişimde öncü olma stratejileri çok farklılaşmıştır.

Dünyanın bilgisiyle buluşmak önemlidir. Ancak yeni şeyler öğrenmek, yeni bilime ve düşünme kalıplarına uyum sağlamak hiçte kolay değildir. Bu karşılaşmaların yaratacağı
travmalar, zorluklar öğrenmenin belki de en trajik sonuçları arasında yer almaktadır.

Üniversitelerden özellikle eğitim-öğretim, bilim ve teknoloji alanlarındaki değişimi yönetmesi, daha da önemlisi bu alanlardaki değişimin başlatıcısı olmaları beklenmektedir.
Dünya ölçeğinde gözlemlenen daha iyi ve daha etkin bir yüksek öğretim oluşturma çabaları,
özellikle üniversitelerin yeni işlevleri ve misyonları üzerinde yoğunlukla hissedilmektedir.

Paradigmalar, tükenmeye yüz tuttuğu zaman bedeli ne olursa olsun mutlaka değiştirilmelidir. Bununla birlikte göze alınması gereken bu değişimin toplumun kültürel ve
bilişsel kodlarını çözüp parçalamasına karşı önlemler alacak olan da yine üniversitelerdir.
Aslında üniversiteler yeni bilgi ve düşünce hatlarına sınırsız erişimi sağlamakla
yükümlüdürler. Ancak bütün bunları gerçekleştirirken de toplumun kök referanslarını sürekli
bir dikkatle gözetmek zorundadırlar.

Hızlı değişim ve dönüşüm sebebiyle günümüz üniversitelerinin yönetim modellerinde,
amaçlarında ve işlevlerinde farklılıklar ortaya çıkmaktadır. Küresel, ulusal ve kurumsal
baskılar altında kalan üniversiteler daha dinamik ve yaratıcı olmaya zorlanmaktadırlar.Üniversiteler yüksek kalitede insan gücünü eğitmek görevleri yanında
bilgiyi üreten ve yayan kurumlar olma yönünde de bir değişim yaşamaktadırlar.Dünyada
gelişmiş ülkelerin önderliğinde oluşan yeni yüksek öğretim olgusu, bilgi çağına uyum
sağlayabilen, yaratıcı, verimli, rekabetçi nitelikleri öne çıkarmaktadır. Bu durum yeni
konseptlere uyum ve denge arayışını da zorunlu kılmaktadır.

Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki hızlı nüfus artışı, küreselleşme,
bölgeselleşme, bilgi toplumu, devletin yeniden yapılanması, yeni teknolojiler, internet devrimi
gibi dinamikler yüksek öğretim alanında radikal değişim ve dönüşümlere sebep olmaktadır.

1980’li yıllarla birlikte yükseköğretim alanında demonopolizasyon, deregülasyon,
serbestleştirme ve özelleştirme uygulamaları nedeniyle vakıf üniversiteleri ve kar amaçlı
şirket üniversiteleri hızlı bir gelişme içerisine girmiştir. Bu durum yüksek öğretimin
finansmanında da özel sektörün payının artmasına yol açarak, yüksek öğretimi “yarı kamusal” bir hizmet alanı olmaktan çıkararak “özel mal” ağırlıklı bir yapıya doğru evrilmesine sebep olmuştur. Piyasa yönelimli reformlar bazı çevrelerce “akademik kapitalizm” olarak da adlandırılmaktadır. Bütünüyle kar amacına yönelik olmasa da üniversitelerin tıpkı bir işletme gibi maliyet – etkin ve kalite odaklı yönetilmesi ve paydaşlarının memnuniyetini göz ardı etmemesi gerekir.

Günümüzde yükseköğretim alanında yaşanan önemli bir paradigma değişimi de sınır ötesi yüksek öğretimin yaygınlaşmasında görülmektedir. Ülkeler arasında akademik, özellikle de öğrenci hareketliliği hızla artmaktadır. Bu durum küresel rekabeti de arttırmaktadır. Hızlı nüfus artışının da etkisi ile günümüz yükseköğretiminde yığınlaşma da artmıştır.

Toplam kalite yönetimi, üniversitelerin akademik altyapısında, ders programlarında, sınav ve değerlendirme sistemlerinde, fiziki altyapılarında, araştırma ve yayınlarında, stratejik planlarında, üniversite – sanayi - toplum işbirliklerinde uygulanabilmektedir. Ayrıca
üniversitelerin eğitim – öğretim, araştırma kalitesinin ve bu alandaki akademik
performanslarının iyileştirilmesi için “standardizasyon” ve “akreditasyon” uygulamaları
büyük önem taşımaktadır.

Üniversitelerde seçim ve oylama mekanizmasını demokratik yönetimin olmazsa olmaz şartı olarak görmek ancak kısmen doğru bir bakış açısı olabilir. Çünkü üniversite yönetiminde bulunanların bir sonraki seçimi kazanabilmek için kadroları rasyonel kullanmadıkları sıkça görülen bir durumdur. Ayrıca üniversite öğretim elemanları üzerinde yaratılan baskı ve sindirme hareketleri de öğretim üyelerinin özgür iradelerinin seçim sandığına yansımasını
engelleyebilmektedir. O sebeple bu sıralanan sakıncalardan dolayı seçim sistemi pek çok
ülkede terk edilmekte ve bunun yerini “mütevelli heyet yönetim modeli” dahası atama
sistemine dayanan “girişimci üniversite modeli” almaktadır.

1980’li yıllar sonrası dönemde dünyada üniversite yönetiminde hesap verme
sorumluluğuna dayalı özerklik giderek önem kazanmaktadır. Bir yandan devlet, üniversitelere olan finansal desteğini azaltıp onların mali özerkliğini genişletirken, öte yandan da özellikle akademik ve idari konulardaki yönetim ve denetim görevlerini ara kurumlara devredip, hesap verilebilirlik ve kalite güvence sistemlerini hayata geçirerek üniversitelerin mali ve idari işlemlerini ve akademik performanslarını saydam bir şekilde dış denetimlere açarak topluma hesap vermesini istemektedir. Kısaca günümüzde genellikle özerklik taleplerinin karşılanması ile hesap verilebilirliğin arttırılması arasında bir denge kurulmasına çalışılmaktadır.

Ayrıca günümüzde yüksek öğretim kurumlarının toplumla ve ekonomik dünya ile ilişkileri tüm ülkelerde önem kazanmıştır.

Genel olarak tüm eğitim sisteminde benimsenen yeni paradigmalardan birisi de yaşam boyu öğrenmedir. Yaşam boyu öğrenme uzaktan öğrenme, e-öğrenme, sürekli eğitim, açık öğretim, vs. tüm yöntemlerle verilmeye çalışılan bir pedagoji şeklidir.Böylece eğitim mekan
sınırının ötesinde işyerinde, evde ve hatta her yerde önem kazanmaktadır.

Yükseköğretimde metodolojik anlamda paradigmal yönelimlerden birisi de literatürde “aktif öğrenme”, “probleme dayalı öğrenme” veya “öğrenci merkezli” öğrenme olarak adlandırılan eğitim – öğretim yöntemidir.

Probleme dayalı öğrenme, öğrenci odaklı bir yöntemdir. Bu yöntemde eğitmenin temel
fonksiyonu öğrenen bireye öğrenme konusunda rehberlik etmek ve referans eğitim
materyallerini sunmaktır. Bu yöntem öğrenciye meslek yaşantısında karşılaştığı sorunları
çözerken mantık yürütebilme, analiz yapabilme, düşünen, sorgulayan ve araştıran bireyler
yetiştirme amacına yönelik bir eğitim yöntemidir. Probleme dayalı öğrenme ya da aktif eğitim, öğrenene öğrenme sürecinin çeşitli yönleri ile ilgili karar alma fırsatlarının verildiği ve öğrencinin öğrenme sırasında zihinsel yeteneklerini kullanmaya zorladığı bir süreçtir. Bu
yöntemde eğitmen yönlendirici bir konumdadır öğrenci ise öğrenme sürecinde daha aktif bir
konumdadır. Geleneksel eğitim sistemi eğitici odaklı iken, probleme dayalı eğitim sistemi
öğrenci odaklıdır. Paradigma artık öğretici temelli eğitimden öğrenen temelli bir paradigmaya
doğru değişmektedir.

İçinde bulunduğumuz yüzyılda eğitim ve araştırmalarda disipliner yaklaşımdan bütünüyle vazgeçileceğini söylemek çok iddialı bir öngörü olabilir, fakat görünen odur ki disiplinler arası ve çok disiplinli eğitim ve araştırma önümüzdeki yıllarda çok daha fazla önem kazanacak ve yaygınlaşacaktır.

Bilgi ve iletişim teknolojilerindeki gelişmelerin etkisiyle e-öğrenme ve uzaktan öğrenmenin yaygınlaşmasıyla geleneksel sınıf dizaynlarında ciddi değişimler görülebilecektir.

Yüksek öğretim alanında gözlemlenen bir önemli değişme de AB ülkeleri arasında
yaşanmaktadır. AB ülkeleri Bolonya süreci ile iki aşamalı bir yüksek öğretim sisteminin
benimsenmesini ve uygulanmasını, karşılaştırılabilir mezuniyet sistemlerinin oluşturulmasını, akademik hareketliliğin teşvik edilmesini, üye ülkelerinin tümünün benimsediği bir kredi sisteminin (ECTS) oluşturulmasını ve gerektiğinde kredi transfer sistemi ile bir başka ülkede yükseköğretimin tamamlanabilmesini, yükseköğretim kurumlarından mezuniyet durumunda, tüm üye ülkelerde kabul gören bir diploma ekinin verilmesini, kalite güvence sisteminin oluşturulmasını, yaşam boyu öğrenmenin benimsenmesini ve yaygınlaştırılmasını, üniversitelerin küresel ölçekte rekabet gücünün arttırılmasını hedeflemiştir. Türkiye de AB’ye aday bir ülke olarak Bolonya süreci olarak bilinen düzenlemelere ayak uydurmaya çalışmaktadır.

Değişim, küreselleşmenin getirdiği saydamlık, iletişim, ortak akıl ve sinerji oluşturma,
üniversitelerin öğretim altyapılarını, metodolojilerini ve toplumsal fonksiyonlarını nasıl
yapılandıracağını ciddi olarak gözden geçirmek zorunda bırakmıştır. Zira üniversitelerin bin
yıldır dimdik ayakta durabilmelerinin sebebi, yalnızca toplumu değil aynı zamanda kendilerini de bilinçlendirme ve yenileyebilme becerileridir.
Bugün üniversitelerimizde yaşanan problemlerin kaynağını dünyadaki ve ülkemizdeki eğilimleri göz ardı ederek tümden YÖK’ün örgütlenmesinde görmek gerçekçi bir yaklaşım değildir. Yaşadığımız problemlerde dünyadaki değişim eğilimlerine uyum sağlayabilmenin yanı sıra ülkemizin başta Anayasası olmak üzere yasal düzenlemelerindeki yetersizliklerin büyük payı vardır.

Özetle dünyada ve AB ülkelerinde üniversitelerde yaşanan değişim ve dönüşümleri de göz önüne alarak Türkiye’deki üniversitelerimiz için yeni bir misyon ve vizyon tanımlaması yapmak kaçınılmaz hale gelmiştir.

Dünyanın önde gelen ülkeleri arasında yer almak, toplumsal refahımız arttırmak, bilim ve teknoloji alanında ilerleyebilmek için eğitim sistemimizi yüksek öğretim alanında meydana gelen paradigma değişimlerini göz önüne alarak çağın gerekleri doğrultusunda
yapılandırmamız gerekir. Çünkü çağdaş uygarlık hedefimize ancak çağdaş eğitim ve öğretim
ile, aklın ve bilimin yol göstericiliğinde ulaşabiliriz. YÖK’ün bu yöndeki attığı ve atamayı
planladığı adımlar ümit vericidir.

www.familsamiloglu.net