Vicdansız Sabuha gitti, klonlanmışı geldiİlhan KARAÇAY

Sütunlarımda sık sık, “Hollanda demokrasisi duvara çarptı” anlamında iddialarda bulunmuştum. Hatta bir defasında, “Bundan sonara bana hiç kimse, Hollanda’da bir tek demokrat dahi olduğuna inandıramaz” diye yaz

Sütunlarımda sık sık, “Hollanda demokrasisi duvara çarptı” anlamında iddialarda bulunmuştum. Hatta bir defasında, “Bundan sonara bana hiç kimse, Hollanda’da bir tek demokrat dahi olduğuna inandıramaz” diye yazmıştım. Hollanda’yı yönetenlerin aslında birer araç olduklarını, ülkeyi asıl yönetenlerin çok derinde olduğunu hâlâ iddia ediyorum. Birileri Bakan yapılıyor ve kendisine, “Şunu şöyle, bunu da böyle yapacaksın” deniliyor. Bu yorumu yazdığım günün öncesinde, Hollanda Entegrasyon Bakanı Ella Vogelaar ile bir basın toplantısında görüşmüştük. Bu konudaki haberi gazetemizde Yasemin Öztürk imzası ile bulacaksınız. Bayan Vogelaar ile konuştuktan sonra, Hollanda’da bir tek demokratın bulunmadığı inancım perçinleşti. Bu konuya girmeden önce, Hollanda’yı yönetenlerin aslında birer piyon oldukları iddiası üzerinde durmak istiyorum. Bunun için size üç örnek sunacağım. Birinci örnek: Geçen yılki genel seçimlerden önce, Erdinç Saçan, İşçi Partisi aday listesinden, Ayhan Tonca ve Osman Elmacı da Hıristiyan Demokratlar Birliği aday listesinden atılmışlardı. Gerekçe de, Türk asıllı bu adayların, sözde Ermeni soykırımını tanımamış olmalarıydı. O günlerde Hollanda çalkalanmıştı. Demokratik güçler ayaklanmıştı. Biz de medya olarak ayaklanmıştık. İşçi Partisi lideri Wouter Bos ile yaptığımız görüşmede, yapılan hareketin demokrasiye yakışmadığını belirtmiştik. Wouter Bos’a, o günlerde DÜNYA’da yayınlanan iki sayfalık bir belgeyi göstermiştim. “Bakın” demiştim ve devam etmiştim: “1920’de, Hollandalı bir gazeteci Anadolu’ya gitmiş ve Türkler ile Ermeniler arasında yaşanan olayları incelemiş ve bun incelemeleri de Algemeen Handelsblad gazetesinde yayınlamış. Sizin gazetecinizin yerinde yaptığı incelemelerden sonraki kanaatine göre, Ermeniler Türkiye’ye karşı yanlış yapmış. Bu konuda çeşitli iddialar varken ve hiçbir resmi karar yokken siz nasıl tek taraflı bir karar alabiliyorsunuz ve de sanki suçluymuş gibi Türk asıllı bir adayı, sırf Ermeni iddialarını kabul etmediği için listeden çıkarıyorsunuz ? Bu tavır ne size ve ne de sosyal demokrat partinize yakışmadı.” En demokrat geçinen Wouter Bos, bu açıklamama rağmen bize yanıt diye hikâye anlattı. İkinci örnek : Hollanda hükümeti, güya hava kirliliğinı önlemek için, uçak yolcularına ek bir vergi kararı aldı. 1 Temmuzda uygulamaya başlayacak olan bu karara göre, uçak ile 2500 km. sınırları içinde seyahat edeceklerden 11,25 euro, 2500 km.’yi aşan mesafeler için ise 45 euro çevre vergisi getiriliyor. Bu duruma göre, İstanbul, İzmir ve Bodrum’a uçacak olanlar kişi başına 11,25 euro. Ödeyecekler. Bu illerin dışında tüm Türkiye illerine uçacaklar ise 45 euro ödeyecekler. Bu kararın açıklanmasından sonra Hollanda’daki tur operatörleri, hava şirketleri ve seyahat büroları ayağa kalktı. Hollanda Avrupa Birliği’ne şikâyet edildi. Mahkemeye gidenler de oldu. Bu yasanın mimarlarından İşçi Partisi milletvekili Paul Tang’ı aradım ve Türk seçmenlerin kızgınlığını dile getirdim. Paul Tang, bu kouda Türkiye’ye karşı haksılık yaptıklarının farkına vardıklarını, gelecek yıl bu hatayı ortadan kaldıracaklarını söyledi. Ben de “Gel, Türk tur operatörleri ile görüş ve Türkler’i soğutacak açıklamanı yap” dedim. Paul tang teklifimi kabul etti ve Turizm Fuarı’nın yapıldığı yere gelerek Türk medyası ve Tur operatörleri ile görüştü. Paul Tang’ın bilmediği çok şey vardı. O da benim iddia ettiğim gibi, önüne konulan bir programı uygulamak için kullanılmıştı. Sorduk kendisine. -İstanbul’a giden bir yolcu 11.25 ödeyecek. Ankara’ya gidecek yolcu ise 45 euro. Peki yarın Türkiye devleti size, “Benim havamda uçan yolcudan aldığın 32.75 fazla parayı bana geri öde” derse ne yapacaksınız? -Uçaklar Avrupa Bırliği ülkelerinde uçunca havayı kirletmiyor mu? Kıbrıs için neden 45 euro değil de 11.25 euro alıyorsunuz? (Paul Tang bu soru karşısında çok şaşırdı ve “Kıbrıs daha mı uzakta” diye sordu). İşte görüyorsunuz değerli okurlarım, adam mecliste onaylanması için bir yasa hazırlıyor ama, bu konuda hiç bilgi sahibi olmadığını da ortaya koyuyor. Peki demokrasi nerede kaldı? Üçüncü örnek: Entegrasyon Bakanı Ella Vogelaar ile görüşüyoruz. Bakandan önce yardımcıları bize uyum mecburiyeti ve kursları hakkında bilgiler sundular. Bize karşı tavırları acayipti. Biz sanki birer ilkokul öğrencisi idik ve onlar da bize ders veriyorlardı. “Anlattıklarımızı Türk toplumuna duyurun” diyorlardı. Yardımcıların açıklamalarından sonraki soru cevap faslına ben girmedim. Bakan’ın konuşmasını bekledim. Sorularımı Bakan’a sakladım. Bakan Vogelaar konuşmaya başladı. “Hollanda’da demokratik huku devleti var” dedi. “Hollanda’da eşit haklar var” dedi. “Hollandacayı öğrenmek hayati önem taşır” diye devam etti. Bakan Vogelaar’ın daha neler dediğini gazetemizdeki haberde okuyabilirsiniz. Bakanın konuşması tamamlandıktan sonra ilk soruyu ben yönelttim. Aslında buna soru da denmezdi. Bir nevi azarlayıcı yorumdu benim sözlerim. Tam bir gazeteci olarak davranmamıştım Ama bunun için bir nedenim vardı. Burada görev yapan biz gazeteciler, Türk toplumunun sesi, kulagı ve ‘Ombudsman’ıyızdır. Onların haklarını savunmak da bizlerin görev alanındadır. Yıllardır bunu yaptık. Bakan Vogelaar’a şunları söyledim: “Bayan Vogelaar, öncelikle beni bağışlayın. Siz az önce “Hollanda’da demokratik huku devleti var” , “Hollanda’da eşit haklar var” ve “Hollandacayı öğrenmek hayati önem taşır” dediniz. Hollandaca, buraya gelen yüzbinlerce ilticacı, Polonyalı, Romanyalı ve Bulgar için hayati önem taşımıyor mu? Zira siz bu grupları uyum mecburiyetinden muaf tutuyorsunuz. Hollanda’ya aile birleşimi için gelen Türk saysı 5 bini geçmezken, sayıları yüzbini bulan ilticacı, Polonyalı, Romanyalı ve Bulgar geliyor. İlticacıların aileleri de bu mecburiyetten muaflar. O zaman bu yasanın sadece Türkler ve Faslılar için konuldğu ortada. Türkler kırk yıl önce buraya geldikleri zaman yıllarca tek kelime Hollandaca konuşmadılar. Sonra ailelerini de getirdiler. O zaman hiç sorun çıkmamıştı. Şmdi ne oldu da Türkler tehlikeli oldular? Yazık oldu. Sizden önceki Bakan Verdonk, azınlıklara çok çektirdi. Siz bizim umudumuzdunuz. Ama ne yazı ki bugün burada bize, Verdonk’un daha önce anlattıklarını tekrarladınız. Sizin mesajlarınızı Türk toplumuna tabii ki aktaracağız. Bundan endişeniz olmasın. Ama Türk toplumu sizden beklediğini bulamadı. Ne yazık ki Verdonk’un yasasını siz uygulayacaksınız. Bu ne size ve ne de sosyal demokrasiye yakısır.” Evet sevgili okurlarım. Aynen böyle konuştum. Bakan ne cevap mı verdi? Hava ile cıva. Onun önüne bir yasa koydular ve “Bunu uygula” dediler, o da uyguluyor. Yani benim iddialarımın üzerine perçin üsüne perçin ekleniyor. Bizim “Vicdansız Sabuha” olarak nitelediğimiz Verdok gitti ama, yerine gelen sosyal demokrat da olsa bir piyon olduğu için hiçbir şey değişmedi. Bayan Vogelaar bana cevap verirken bir acayiplik daha yaptı ve burka konusunu gündeme getirdi. Bu konudaki tartışmaları dile getirdi ve yapacaklarını anlattı. Tabii ki araya girdim ve “Bizim burka diye bir sorunumuz yok, yasaklayacaksanız yasaklayın. Bizim sorunumuz uyum için getirilen zorluklardır” dedim. Hollanda’nın artık eski Hollanda olmadığını sadece ben değil, dünyanın dört bir yanındaki araştırmacılar da söylüyor. Ne yapalım, bu da bizim kaderimizmiş !!!