4 Önemli İslam Felsefecisinin Hayatı ve Çalışmaları

4 Önemli İslam Felsefecisinin Hayatı ve Çalışmaları

4 Önemli İslam Felsefecisinin Hayatı ve Çalışmaları

Molla Sadra (Hikmet’ul Mutealiye)

İran'ın Şiraz kentinde doğdu. Felsefe, kelam, hadis ve tefsir çalışmaları için önce Kazvin'e (1591) daha sonra İsfahan'a (1597) seyahat etti. Oniki İmam Şiiliğinin İmamiye önemli merkezlerinden olan bu şehirlerde Mir Damad ve Bahaüddin Amili'nin talebeliğinde bulundu.

Eğitimini İsfahan'da tamamladıktan sonra felsefesini ortaya koyan aynı zamanda İran'daki Kum şehrinin yakınlarındaki Kahak adındaki köyde geçirdiği onbeşyıllık zühd hayatından edindiği tecrübelerinin etkisini yansıtan Esfar'ul Erbaa (Dört Sefer) adlı eserini verdi.

İranlılar tarafından ülkelerinin en büyük filozofu olarak kabul edilen Molla Sadra akılcılıkla sezgiciliği bir araya getirerek Hikmet'ul Mutealiye (Aşkın Hikmet) ekolünü kurmuştur. Molla Sadra'nın felsefesi İbn-i Sina Meşşailiği, Sühreverdi'nin İşraki felsefesi, Muhyiddin Arabi'nin, Nazari İrfan ekolü ve Oniki İmam Şiiliği'nden etkilenmiştir. Eserlerinde İslam düşünce dünyasındaki akılcı, sezgici, nas ekollerini farklı bir sentezde bir araya getirmeye çalışmıştır.

Hayatının sonlarına doğru Şiraz'a döndü. Muhammed Bakır Meclisi gibi bazı Oniki İmam Şiiliğine mensup kelamcılarınca sapkınlıkla suçlandı ancak mensubu olduğu ailenin gücü sebebiyle yazmaya devam edebildi. Hac yoluna çıktığında Basra'da yaşamı son buldu ve günümüzde Irak'a ait topraklara defnedildi.

ESERLERİ

  • Esfar'ul Erbaa (Dört Sefer: (a) Yaratılanlardan Hakk'a sefer, b) Hakk'la Hakk'da sefer c) Hakk'dan yaratılanlara Hakk'la sefer d) Hakk'la yaratılanlar arasında sefer.)
  • Şevahid'ur Rububiyye fi'l Menahic'il Sulukiyye
  • El-Mebdeu ve'l Mead (Başlangıç ve Dönüş)
  • Risaletu'l Meşair
  • El-Hikmet'ul Arşiyye
  • El-Mezahir'ul İlahiyye fi Esrar'il Ulumi'l Kemaliyye
  • Mefatih'ul Gayb (Gayb'ın Anahtarları)
  • Kesr-u Esnam'il Cahiliyye (Cahiliyye Putlarını Kırmak)

İBNİ SİNA(Meşaşailik)

Buhara yakınlarındaki Afşana köyünde (Özbekistan) Hicri 370 (M.S 980) yılında dünyaya gelmiş ve Hamedan şehrinde (İran) 427 Hicri (Miladi 1037) tarihinde vefat etmiştir. Tıp ve Felsefe alanına ağırlık verdiği değişik alanlarda 200 kitap yazmıştır. Batılılarca, Orta Çağ Modern Biliminin kurucusu ve hekimlerin önderi olarak bilinir ve "Büyük Üstad" ismi ile tanınır. Tıp alanında yedi asır boyunca temel kaynak eser olarak süre gelen El-Kanun fi't-Tıb (Tıbbın Kanunu) adlı kitabı ile ünlenmiş ve bu kitap Avrupa üniversitelerinde 17. asrın ortalarına kadar tıp biliminde temel eser olarak okutulmuştur. Fars veya Türk bilim adamıdır.

İbn-i Sina, Kuşyar isimli bir hekimin yanında tıp eğitimi aldı. Değişik konular üzerine 240'ı günümüze gelen 450 kadar makale yazdı. Elimizdeki yazıların 150 tanesi felsefe 40 tanesi de tıp üzerinedir. Eserlerinin en ünlüleri felsefe ve fen konularını içeren çok geniş bir çalışma olan Kitabüş Şifa (İyileşme Kitabı) ile El-Kanun fi't-Tıb'dır (Tıbbın Kanunu). Bu iki eser ortaçağ üniversitelerinde okutulmuştur. Hatta bu eser Montpellier ve Louvain'de 1650 yılına kadar ders kitabı olmuştur.

Samanoğulları sarayı kâtiplerinden Abdullah Bin Sina'nın oğlu olan İbn-i Sina (Batı'da Avicenna adıyla tanınır), babasından, ünlü bilgin Natili'den ve İsmail Zahit'ten ders aldı. Geometri (özellikle Öklid geometrisi), mantık, fıkıh, sarf, nahiv, tıp ve doğabilim üstüne çalışmalar yaptı. Farabi'nin el İbane's aracılığıyla Aristoteles felsefesini ve metafiziğini öğrenip, hastalanan Buhara prensini iyileştirince (997) saray kütüphanesinden yararlanma olanağına kavuştu. Babası ölünce, Cür-can'da Şirazlı Ebu Muhammed'ten destek gördü (Tıp Kanunu'nu Cürcan'da yazdı). Çağında tanınan bütün Yunan filozoflarının ve Anadolu doğacılarının yapıtlarını incelemiştir.

İbn-i Sina'nın kalan 10 ya da 12 yılı Ebu Cafer'in hizmetinde geçti. Burada doktor, bilim danışmanı olarak çalıştı ve hatta savaşlara bile katıldı. Bu yıllarda edebiyat ve filoloji çalışmaya başladı. Bir Hamedan seferi sırasında şiddetli bir kolik atağına yakalandı. Güçlükle ayakta duruyordu. Hamedan'a vardığında önerilen tedavileri uygulamadı ve kendisini kadere teslim etti. Ölüm yatağında mallarını yoksullara bağışladı, kölelerini azat etti ve son gününe dek 3 günde bir Kuran okudu. 1037 Haziranında Ramazan ayında 57 yaşında öldü. Kabri Hamedandadır.

İBNİ SİNA ‘ya GÖRE AKIL

Bu konudaki görüşleri Aristotales ve Farabi'den farklı olan İbn-i Sina'ya göre, akıl 5 çeşittir; bilmeleke (ya da 'olası akıl' açık-seçik ve zorunlu olanları bilebilir); he-yulâni akıl (bilmeyi ve anlamayı sağlar); kutsi akıl (aklın en yüksek aşamasıdır ve her insanda bulunmaz); muste-fat akıl (kendisinde bulunanı, kendisine verilen "makûllerin " suretlerini algılar); bilfiil akıl ("makûl"leri yani kazanılmış verileri kavrar). İbn-i Sina, akıl konusunda, Eflatun'un idealizmi ile Aristoteles'in deneyciliğini uzlaştırmaya, birleştirici bir akıl görüşü ortaya koymaya çalışmıştır.

MUHİDDİN İBN-İ ARABİ (Nazari  İrfan, Vahdet’i Vucüd)

Büyük bir Arap tasavvuf adamıdır."Vahdeti vücut"diye anılan ünlü nazariyenin savunucusu ve naar sahibidir,İslam tasavvufu veirfanda ki en seçkin filozoflardandır.Muhiddin Arabi,Endlüs'te Mursiye şehrinde doğdu.8 yaşında ailece,İşbiliye göç ettiler.1194'te Tunus'a,1202 de Mekke'ye gitti.Daha 18yaşında devrinin büyük mutasavvıfları arasında sayılıyordu.Bağdat'tan,Selçuklu hükümdarlarının daveti üzerine Konya'ya geldiSelçuklu veliahtı Prens Keykavus'a hoca tayin edildi.1211'de Keykavus hükümdar olunca Muhiddin Arabi'nin nufuzü büsbütün arttı.1320 de Şam'a yerleşti 75 yaşında bu şehirde öldü,oradaki ünlütürbesine gömüldü.250 kadar eser bırakmıştır bir o kadarı da günümüe yetişmemiştir.

Bazı Eserleri

Fütûhat-ı Mekkiyye fi Esrâri'l-Mahkiyye ve'l Mülkiye, (Kendi el yazısı ile olan nüsha, Türk-İslam Eserleri Müzesi no. 1845-1881'dedir. Bu Nüsha 31 Cild halinde tertib edilmiştir.)

Fusûsu'l-Hikem, (Türkçe’ye çevrildi Molla Cami, Hoca Muhammed Parsa'nın "Füsûs" için, "can", "Fütûhat" için "gönül" dediğini rivayet eder.)

Kitabu'l-İsra ilâ Makâmi'l-Esrâ,

Muhadaratü'l-Ebrâr ve Müsameretü'l-Ahyâr,

Kelamu'l-Abâdile,

Tacu'r-Resail ve Minhacu'l-Vesâil,

Mevaqiu'n-Nucûm ve Metali' Ehilletü'l-Esrar ve'l-Ulûm,

Şehabettin Sühreverdi (İşrakilik)

Asıl adı Yahya bin Habeş bin Emîrek ' . Birçok konudaki bilgisi nedeniyle Şihâb yıldızından esinlenerek Şahabeddin veya Şihâbeddin olarak anılmış, bir Kürt köyü olan Sühreverd'de doğduğu için de Sühreverdî olarak anılmıştır.İdam ettirilerek öldürüldüğü için daha sonra künyesine Sühreverdî'nin ardından Maktûl de eklenmiştir. Ebu'l-Fütûhdiye anılması ruhani hayatının derinliği ve bu konudaki çalışmaları nedeniyle olmuştur. Çağdaşı ve akrabası olan bir diğer önemli isim Şihabeddin Ömer Sühreverdî 'dir, bu iki şahsın ayrıştırılabilmesi Maktûl künyesi ile anılmasına özen gösterilir.

Eğitiminin ilk yıllarında Sühreverdî Meşşâi ekole yakınlık duymuş, bu konuda kendisini geliştirmiş ve bazı eserler kaleme almıştır. İlk zamanlardaki bu eğilimini daha sonra kendi felsefesi olan işrâkîliğe dair yazdığı eserlerde de belirtmiştir. (1) Eğitimini tamamladıktan sonra birçok bölgeyi ziyarete gitti ve dönemin bazı önemli isimleriyle fikir alış verişinde bulundu. Bu sıralarda felsefesinin temelini oluşturacak çeşitli deneyimler yaşadığını açıklamıştır. Yine bu sıralarda adı duyulmuştu, saray çevrelerine yakınlaşmıştı ve birçok önemli devlet adamına ders verdi.

Anadolu'da yıldızı parlamaya başlayan Sühreverdî'nin başarısı çeşitli kimselerin ona karşı çıkmasına yol açmış ve sonuç olarak öldürülmesi gerektiğini savunan birçok kişi ortaya çıkmıştı. Sonunda bir Halep fakihlerinin kararıyla Sühreverdî 1191'de idam edildi.

İşrâkîliğe etki eden kaynaklar hakkında farklı görüşler mevcut olsa da, esasları itibariyle Yeni Eflantunculuğa dayanır. Metod bakımından işrâkîliğin Meşşâilikten ve Aristo geleneğine dayanan diğer felsefi akımlardan farklı en büyük özelliği akıl yolu ile hakikate ulaşılamayacağı, hakikate ulaşmanın tek yolunun bir tür manevi sezgicilik olduğu düşüncesidir. İşrâkîliğe göre hakikate ancak kalb ve işrak ile erişilebilir. İşrâkîliğin, düşünsel planda meşşâi gelenek ile sufi gelenek arasında bir yerde olduğu söylenebilir. Sufi gelenekten farklı olarak işrâkîlik cezb ve sekri kabul etmez.

İşrâk, hem bu felsefenin temel taşını oluşturur hem de felsefeye adını verir. Arapça bir sözcük olan işrâk "Doğu, aydınlıkla ilgili, ışıkla ilgili" anlamlarına sahiptir.

Sühreverdî ışığı, nûr, hakikatin cevheri olarak tanımlamıştır. Ona göre kavrama ışığın bir şuur aydınlığı oluşturmasıyla oluşur ve eşyayı kavramamızı sağlayan ışıktır. Fakat doğrudan ışık ile hâsıl olan bilgi, Tanrı katından geldiği için, insanüstüdür. Böylece eğer birisi o bilgiye erişebilirse, keramet gösterip, varlık ve olaylara müdahale edebilir; o kişi için gizlilik perdesi kalkmıştır. Bu açılardan işrâkîlik sufi geleneğe yaklaşır. İşrâkîlikte akıl dışı sezgi - manevi sezgi farklı yerlerde farklı anlamlarda kullanılmıştır.

Bazı Eserleri

Hikmet’ül İşrak

Pertev- Name

Heyakilu’n-Nur

Elvahu’l-İmadiyye